Belki de daha çok “çoklu kişilik bozukluğu” adıyla bilinen bu sendrom, kişide yineleyici biçimde bir ya da birden fazla kişiliğin belirmesini ifade eder. Bu kişiliklere alter kimlik ya da öteki kimlik gibi değişik isimler verilebilmektedir ve bu kimlikler, bireyin yaşamına kısa ya da uzun süreli olarak egemen olmakta, kendi içlerinde birbirlerini tanımamakta, birbirlerinin yaptığı eylemleri tamamen unutmaktadır. Bir kişilikten ya da kimlikten ötekine çok ani geçilebilmektedir. Bunun sonucu olarak da duygulanımsal, davranışsal ve bilişsel değişimler meydana gelebilmektedir.
Bireydeki ayrı kimliklerin sayısı genelde 2 ila 10 arasında olmakla birlikte daha da fazla olabilmektedir ve genelde, kişinin alışkın olduğu yaşam biçiminin dışında özellikler gösterirler.
Disosiyatif kimlik bozukluğu genelde ciddi erken çocukluk travması yaşantılarıyla ilişkilendirilebilmektedir.
Kimlik Travması için Çözüm Nedir?
Antidepresanların tedavide kullanımı özellikle dengeleyici duygudurum sağlamada çok faydalı olabilmektedir. Bunun dışında depresif duygulanımların vb azalması için de kullanılabilir.
Psikofarmakolojik tedavinin yanı sıra psikoterapinin verilmesi de kişide rahatlatıcı bir etki sağlayabilmektedir. Diğer hastalıkların çoğuna nazaran bilişsel davranışçı terapiye biraz daha yavaş yanıt verebilen bu danışanlar için yine BDT, psikodinamik yaklaşımlı terapiler, şema terapi vb uygulanabilmektedir. Bunlar dışında da yine diğer pekçok hastalığa göre hipnoza daha yatkın olabildiklerine dair düşünceler vardır. Her ne kadar kanıtlanmamış olsa da alter kişiliklere ve bunlarla ilgili duygu ve hatıralara ulaşmada hipnoz etkili olabilmektedir.
İstenmeyen Çocuk Olmak
İstenmeyen ve planlanmamış olan çocuklar genelde görece ihmalkar bir tutumda yetiştirilmek durumunda kalabilmektedirler. Özellikle istenmediğini çocuğa fazlasıyla yansıtan ebeveynler çocukta travmatik izler dahi bırakabilmektedirler. Ebeveynlerin bu tür tutumlarını alarak içselleştiren çocuklarda ise ilerideki yaşantılarında çeşitli patolojik durumlar görülebilmektedir zira çocukluk çağı yaşantıları, yetişkinlikteki yaşantımızı ve karakterimizi etkileyen ve belirleyici dahi olabilen etkenlerdir.
Kendini Reddetme ve Kendine Karşı Şiddet
Kendini reddetme derken aslında özyabancılaşmadan yani depersonalizasyondan bahsediyor oluruz. Depersonalizasyonda kişi, kendisini önceden olduğundan farklı ve yabancı bir varlık olarak görür. Sanki benliği, yüzü, hareketleri, duruşu, bedeninin tümü ya da bazı parçaları öncekinden farklıdır ve değişmiştir adeta. Kişi, aynadaki görüntüyü yadırgar ve yabancılar. Bazı durumlarda kişi, sanki kendi bedeninden dışarı çıkmış da kendisini dışarıdan gözlemliyormuş gibi hissedebilmektedir.
Kendine Şiddet ise self mutilasyon olarak adlandırılan bir durumdur. Kişi, kendisine zarar verici davranışlarda bulunabilmektedir. Ancak beden dokularına zarar verici bu davranışlar, intihar amacı taşımamaktadır.
Özdeşleşme ve İlişkiler
Özdeşleşme bireyin, diğer bir kişinin herhangi bir yönünü/yönlerini ya da özelliğini/özelliklerini özümsediği ve kimi zaman da onu rol model olarak gördüğü ve içselleştirdiği süreçtir. Özdeşleştiğimiz kişi gibi olma eğilimindeyizdir ve genelde özdeşleştiğimiz bu kişi, anne ya da baba olmaktadır zira genelde ilk bakım verenlerimiz ebeveynlerimizdir ve hayata, insanların nasıl olduğuna dair ilk izlenimlerimizi de onlar üzerinden oluşturur ve kendimizi de bir nebze buna göre şekillendiririz. Bu elbette farkında olmadan gerçekleşen bir süreçtir, bunun için ayrı bir efor harcamayız. Bu durum da elbette ki günlük hayatta var olan ilişkilerimizi etkileyecektir. Özdeşleştiğimiz kişi ile nasıl bir bağlanma sağladıysak, nasıl bir bağ kurduysak buna göre şekillenen ilişkiler genelde bizi karşılayacaktır. Ya da özdeşleştiğimiz kişi nasıl birisiyse ona benzer tepkiler yine ilişkide karşımıza çıkacaktır. Çok otoriter bir ebeveyni ile özdeşleşen bir çocuk, büyüdüğü zaman karşısındakine de otoriter bir tavır sergileyebilmektedir.