Korku ve kaygı, eski çağlardan bu yana en temel ihtiyaçlarımızdan birisi olan güvenlik ihtiyacımıza yönelik tehdit oluşturan unsurlara yahut belirsizliklere karşı ortaya çıkabilen durumlardır. Peki günlük hayatta da sıklıkla kullandığımız
Korku ve kaygı terimlerinin farkı nedir?
Korku, tehdit ve tehlikelere karşı ortaya çıkan ve nesnesi belli olan bir tepkidir. Örneğin örümcek korkusunda dış çevreden gelen belli bir tehdit söz konusudur ve bu tehdit sonucunda oluşan korkunun nesnesi (tehdit unsuru) “örümcek”tir.
Kaygıda ise nesne belirli değildir. Çoğunlukla gelecekte olabilecekler üzerine düşünülerek varsayımlar oluşturulur ve bu varsayımlar üzerinden “kaygı” durumu yaşantılanır. Kısaca kaygı, kaynağı belirsiz olan korkudur. Örneğin bir sınavda başarısız olacağını düşünen bir öğrenci henüz başarısız olmamıştır ancak bu durumu varsayarak kaygılanabilir.
Ancak kaygı ve korkunun vücudumuzda yol açtığı belirtiler birbirine benzer olup sempatik sistemi devreye sokarak fizyolojik süreçleri hızlandırırlar. Örneğin kalp atışları, nefes alıp veriş hızı, terleme artar ve göz bebekleri büyür. Bu nedenle yaşadıklarımızın kaygı mı yoksa korku mu olduğunu yalnızca vücudumuzdaki belirtilere bakarak anlayamayabiliriz ve bu durumda yaşadığımız duygunun kaynağına bakmamız gerekir; geleceğe dair varsayımlar mı yoksa var olan daha somut nedenler midir?
Randevu Talep Et
Farklı Kuramcılara Göre “Kaygı”
Freud’a göre gerçeklik kaygısı, nevrotik ve ahlaki kaygı olmak üzere üç tür kaygı vardır. Gerçeklik kaygısı dışarıdan gelebilecek dış tehlikelerle ilişkili iken nevrotik ve ahlaki kaygı iç çatışmalarla ilişkilidir. Nevrotik kaygı; bireyin, içgüdülerine karşı kontrolünü kaybetmeye ve bunlardan dolayı cezalandırılacağına karşı duyduğu kaygı iken ahlaki kaygı, bireyin kendi ahlaki prensiplerine ve vicdanına karşı duyduğu kaygıdır. Varoluşçular da psikanalistler gibi kaygının; bireyin düşünce, duygu ve belleğindeki çatışmaların doğal bir sonucu olduğunu söylemişlerdir. Varoluşçu yaklaşımın temellerini atan en önemli isimlerden Kierkegaard'a göre kaygı, yaşamın vazgeçilmez bir unsurudur. Freud için nevrotik kaygının nedeni dışarı boşaltılamayan cinsel gerilimlerin sonucu iken yaklaşık 30 sene sonra kuramında yaptığı güncellemeye göre kaygı da bastırmaya sebep olabiliyordu. Kierkegaard'a göre ise nevrotik kaygının nedeni benliğin dağılması ve anlamsızlıktı.
Daha çok bütüncül kuram açısından baktığımızdaysa kaygının oluşumunda Freud’un dediği gibi yalnızca libidinal dürtülerin ve çocukluk yıllarının rolü yoktur. Çocukluk yıllarının etkisi de önemli görülmekle birlikte tüm yaşantının etkili olduğu savunulur.
Bilişsel davranışçı terapinin ortaya çıkışındaki önemli isimlerden Beck ise kaygının; organizmanın tehlikede hissettiği durumlarda biyolojik, psikolojik ve sosyal sistemlerin bir araya gelmesinden kaynaklanan bir kavram olduğunu belirtir. Yani kaygı hem davranışsal, hem bilişsel hem de fizyolojik bir süreçtir.
Aslında pek çok durumda olduğu gibi kaygı ve korku duymanın da “fazlası” zarardır. Yani çoğu günler var olduğunda, karşılaşılan duruma göre aşırı olduğunda, kişinin günlük yaşamını engellediğinde, belirgin sıkıntıya yol açtığında ya da kontrol etmesi zor olduğunda hayatımızda birer sorun halini alırlar. Dolayısıyla anksiyete; herhangi bir tehdidin yokluğunda veya tehditle orantısız biçimde ortaya çıktığında ve kişinin normal bir yaşam sürmesini engellediğinde tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlık olarak görülebilir.
Randevu Talep Et
Yaygın Kaygı (Anksiyete) Bozukluğu Nedir?
Yaygın anksiyete bozukluğu en az 6 ay boyunca pek çok olay hakkında gerginlik ve aşırı kaygı duyma, üzüntü gibi duyguları kontrol etmede güçlük çekme ve bunlara ek olarak da huzursuzluk, kolay yorulma ve halsizlik, konsantrasyon güçlüğü, kas gerginliği, uyku bozuklukları, kaslarda titreme ve ağrı gibi durumların eşlik edebildiği bir bozukluk olarak tanımlanabilir.
Yaygın anksiyete bozukluğu sürekli bir korku, endişe ve bunalmışlık hissi ile ifade edilir. Yaygın anksiyete bozukluğu, günlük yaşam olayları ile ilgili sürekli aşırı ve gerçekçi olmayan endişe ile karakterizedir. Bu endişe maddi durum, iş, okul, aile, sağlık ve gelecek gibi bir çok alana dair olabilir. Bu aşırı endişenin kontrol edilmesi zordur. Yaygın anksiyete birçok psikolojik ve fiziksel belirtilere neden olur.
Yaygın Anksiyete Bozukluğunun tanı kriterleri şunlardır:
•
En az 6 aydır devam eden aşırı kaygı ve endişe hali
•
Endişeyi kontrol etmede zorlanma
Ve aşağıdaki semptomlardan en az üçü olmalıdır
1.
Huzursuzluk ve gerginlik
2.
Çabuk yorulma
3.
Dikkat dağınıklığı, Konsantre olmada zorluk
4.
Kas gerginliği
5.
Uyku bozuklukları
6.
Sinirlilik
•
Kaygı, sosyal ve mesleki alanlarda işlevselliğin bozulmasına neden olmalıdır.
•
Kaygı herhangi başka bir fiziksel nedene bağlı olmamalıdır
Yaygın Anksiyete Bozukluğu ile karışabilen durumların bir psikiyatri hekimi tarafından ayrıcı tanısı yapılmalıdır. Hekiminiz kan ve görüntüleme tetkikleri isteyebilir. Anksiyete bozuklukları ile genelde karışan durumlar şunlardır.
•
Tiroidhormanlarının fazlalığı (hipertiroidizm yapan nedenler)
•
Böbrek üstü bezi tümörleri (Feokromositoma gibi)
•
Kronik solunum yolu hastalıkları (KOAH gibi)
•
Bazı beyin damar hastalıkları (TIA gibi)
•
Epilepsi
•
Bipolar bozukluk
•
Kafein, ve bazı ilaçlar, bazı bitkisel ürünler (zayıflamak için kullanılan)
•
Uyuşturucu madde ve alkol kullanımına bağlı durumlar
Randevu Talep EtYaygın Anksiyete Bozukluğunun kesin mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Anksiyetenin çocuklarda görülmesi normal olabilir. Yabancılara karşı olan kaygının, 7-9 aylık dönemde olması normaldir.
Noradrenerjik ve serotonerjiknörotransmitter sistemleri, vücudun strese tepkisinde rol oynamaktadır. Serotonerjik ve noradrenerjik sistemler, kaygıyla ilgili ortak yollardır. Bu sistemlerdeki düzensizliklerin Anksiyete gelişiminden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle tedavide de buz sistemi düzenleyen seçiciserotonin geri alım inhibitörleri (SSRI) ve serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI) kullanılmaktadır.
Yaygın Kaygı Bozukluğunun genetik ve genetik olmayan pek çok nedeni olabilir. Genetik, birinci derece akrabalarda yaygın anksiyete bozukluğu oranı %25 dir. Yani birinci derece akrabalarında Yaygın Anksiyete Bozukluğu olan her 4 kişiden birinde Yaygın Anksiyete Bozukluğu gelişmektedir. Genetik etkilerin dışında sayılabilen ve yaygın anksiyete bozukluğuna neden olduğu düşünülen bazı etkenler şu şekildedir (Klauke, Deckert, Reif, Pauli ve Domschke, 2010):
• Duygusal/fiziksel istismara veya ihlale uğramış olmak
• Kronik hastalıkların varlığı
• Travmatik yaşantılar
• Önemli kişilerin ölümleri
• Ayrılık ve boşanma
• Finansal zorluklar
• Alkol ve madde aşırı kullanımı
Randevu Talep EtYaygın anksiyete bozukluğu aşağıdaki durumlara neden olabilir.
•
Depresyon
•
Uyku bozuklukları
•
Uyuşturucu veya alkol kullanımının artması
•
Sindirim sorunları (Gastrit, ülser, kanama, gaz ve şişkinlik, geğirme, bulantı, kusma, ishal gibi)
•
Sosyal izolasyon ( İçe kapanma)
•
İşte verimin azalması
•
Okulda başarının azalması
•
Bozulmuş yaşam kalitesi
•
İntihar düşünceleri
Genel olarak anksiyete bozukluklarının teşhisi atlanır veya yanlış teşhis edilir. Bu durumda tedavinin gecikmesine neden olur. Tedavi edilmediğinde, anksiyete bozuklukları sıklıkla şiddetli depresyona ve uyuşturucu ve alkolün kötüye kullanılmasına yol açar. Yaygın anksiyetesi olan birçok hastanın yaşam kalitesi düşüktür.
Anksiyete bozukluklarının tedavi sürecinin psikiyatrist liderliğinde, klinik psikolog ve sosyal çalışma uzmanının birlikte çalıştığı bir profesyonel ekip tarafından yönetilmesi ideal olanıdır.
Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) Tedavisi
Yaygın anksiyete bozukluğu tedavisi ilaçlı ve ilaçsız olmak üzere iki şekilde yapılabilir. Psikiyatri hekimi hastalığın şiddetine göre bazen ilaç tedavisi önerebilir. İlaç tedavisini en kısa zamanda sonlandırmak için terapi ile birlikte uygulanması (kombine tedavi) en makul seçenektir. Sadece terapi ile düzelebilecek durumları psikiyatrist belirleyerek ilaç başlamayabilir. Terapi ile hastanın kaygılarıyla baş etmesine yardımcı olur ve hastanın kendi kaygısını yönetebilmesi için bir sistem öğrenmesini sağlar.
Hangi tedavi yöntemi belirlenirse belirlensin öncelikle hastayla anlaşmak, güven sağlamak ve psikoeğitim vermek tedavi süreci açısından faydalı olacaktır. Bilişsel davranışçı terapi (BDT), anksiyete bozuklukları için en etkili psikoterapi yöntemidir. Bilişsel Davranışçı Terapiden türemiş olan Metakognitif Terapi, Kabul Kararlılık Terapisi, Diyalektik Davranış Terapisi, Farkındalık Temelli Bilişsel Terapi gibi üçüncü dalga terapiler de anksiyete bozukluklarında etkindir. Anksiyete Bozuklukları tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapi halen altın standarttır. Diğer terapilerin etkinliği BDT ile kıyaslanmaktadır.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) yaklaşık 8-16 seans kadar süren kısa süreli bir terapidir. BDT ile kaygılarınızı kontrol edebileceğiniz ve kaygı nedeniyle kaçındığınız aktivitelere kademeli olarak geri dönebileceğiniz uyumsal stratejiler kazanılmaktadır. Anksiyete yaşadığınız durumlara dair tam farkındalık kazanarak bunu neyin tetiklediğini, o anda bedeninizin nasıl bir tepki verdiğini gözlemleyip buna neden olan düşüncelerinizi kontrol etmeniz hedeflenmektedir. Anksiyete esnasında zihin bazı bilişsel çarpıtmalarla anksiyetenin devam etmesine neden olmaktadır. Kaçınmak ve birinin varlığında güvende hissetmek gibi sizi anlık olarak rahatlatan ama anksiyetenizi temelde daha da arttıran davranışlar vardır. BDT bu türden davranışların yönünü değiştirmenize ve uzun vadede çaresizlik gibi temel inançların zayıflatılmasına imkan sağlamaktadır.
Randevu Talep EtBilişsel Davranışçı Terapi ileride tekrarlama olasılığı yüksek olan anksiyete bozukluklarında, kimseye ihtiyaç duymadan kendi başınıza durumunuzu kontrol edebilir hale gelmenizi hedefler.
Terapi başlar başlamaz şikayetleriniz üzerinde hemen etkili olmaz. Bu sebeple psikiyatristiniz terapi etkin olana kadar kaygı giderici ilaç tedavisi önerebilir. İlaçlar çok daha kısa sürede etkili olmaktadır. Ancak terapi etkin oldukça kademeli olarak ilaçlarınızı azaltarak birkaç ay içinde kesebilir.
Ayrıca yaygın kaygı bozukluğuna karşı, genetik risk faktörlerinin varlığında dahi dayanıklılığı arttıran faktörlerden bazıları da şu şekilde sıralanabilir:
• Etkili başa çıkma stratejileri
• Güvenli bağlanma stilleri
• Destekleyici bir sosyal çevreye sahip olma
• Destekleyici öğrenme deneyimleri
Anksiyete Psikoterapisi hakkında detaylı bilgi almak için
linki tıklayabilirsiniz.