Psikodrama bir grup psikoterapisi yöntemi olarak geliştirilmiştir ancak bireysel psikoterapi içerisinde de monodrama olarak da kullanılabilmektedir. Psikodrama diğer psikoterapi kuramlarından oldukça farklıdır. Kendini ifade etmenin yöntemi olarak dilin ötesine geçer. Bedeni, diğer insanları, nesneleri, tüm mekânı kullanır. Psikodrama etimolojik olarak, yani kelime kökeni olarak “psike” (ruh) ve “drama” (eylem) sözcüklerinden gelir. Ancak konuşma yoluyla tedaviye bir alternatif olarak eylem yoluyla bir tedavi değildir. Eylem kelimelerin yerini tutmaz. Kelimeler de eylemlerin yerini almaz. Psikodramanın amacı, çeşitli ifade olasılıkları arasında bir birleşme ve etkileşim sağlamaktır. Bireylerin yaşadıkları sorunları farklı açılardan ele alıp ortaya koymalarına ve sorgulamalarına yardımcı olunur. Böylece bireylerin spontanlığı, yaratıcılığı, eylem kapasitesi harekete geçirilir.
Psikodramada ‘burada’ ve ‘şimdi’ ile başlayıp geçmiş ve gelecekle ilgili sorunlar çalışılabilmektedir. Akla gelebilecek tüm her şey, fantezi ve rüyalar dahil psikodrama sahnesinde kendilerine yer bulabilir. Artı gerçeklikle yaşamın tüm olası yönlerini deneyimler. Psikodrama bireylere, dramatik canlandırmalar yoluyla, geçmiş ve güncel sorunlarını, çatışmalarını, geleceğe dair beklenti, kaygı ve zorluklarını ele alarak hazırlanmalarına yardımcı olur. Ayrıca bireylere başa çıkma becerilerini görme ve bunları deneme olanağı sağlar. Psikodrama çalışmasında kendi yaşantısını sahneleyen kişi, hayatındaki diğer önemli kişileri, duyguları ya da olguları nesne seçimleriyle somutlaştırarak yeni bir ifade yolunu keşfeder.
Psikodrama tek bir kuramsal yönelimin kalıbına sokulmadan, farklı kuramlar sistemi üzerinden gelişen ve yaratıcı eyleme öncelik veren bir yaklaşım modeli olarak ele alınmalıdır. Terapist bireye kendi dünyasını yeniden yaratmasında yardımcı olmaktadır. Kişi, yaşamının bir provasını yapmaktan öte ikinci kez yaşantılama imkânı yaratarak, ilk yaşantısını onarabilmektedir.
Sosyodrama
İnsan biyo-psiko-sosyal bir varlıktır. Bu özelliğinden dolayı doğası gereği sosyal çevresiyle ve kosmosla ilişkiye girer. Sosyal bir varlık olan insan doğumundan itibaren tüm yaşamını gruplar içerisinde geçirir. Aile ve içinde oluşan örüntüler, birey ve grup ilişkilerinin temeli olarak kabul edilmektedir. Normal gelişimde, çocuğun sosyal çevresi, çekirdek aileden geniş aileye, oradan aile dostlarına, mahalledeki akranlara, okul arkadaşlarına doğru genişler.
Toplumun en küçük birimi birey değil “sosyal atom”dur, der Moreno. Sosyal atom dinamik bir yapıdır. Sürekli değişmektedir. Her bireyin, sosyal atomu içindeki kişilere yönelik duyguları vardır. Kimileri onu çeker, kimileri iter. Kimilerine karşı herhangi bir yük taşımayan duygular besler. Sosyometri, terapiste, bireyin sorunlarını tanımlama yönünde yol gösterir. Sosyometrik anlayışa göre, sosyal seçilim özelliği insanın sosyalleşmesinde en önemli güçtür. Moreno, kendi bireysel dar çerçevesinden çıkan ve evren ile bütünleşen insandan söz ederek, aşkın (transcendent) ve bütünleyici rolleri tanımlar. Moreno’nun öncülüğünü yaptığı bu varoluşçu model, insanı, spontanlık, değişime açıklık ve kendini yönetebilme becerileriyle kendi kendinin yaratıcısı olarak görür. Sosyodrama ile birey birçok rolü deneyimleme imkânı bulur.